Hikmet Karaman Röportajı | Gençler beni geçmeli

Türk futbolunun deneyimli teknik adamlarından biri olan Hikmet Karaman, futbol antrenörlüğüne ve spora bakışımıza ilişkin görüşlerini Futbol Akademi yazarlarından Akın Karadeniz ve Uğur Aktan ile paylaştı. 90’lı yıllardan bu yana süregelen deneyimlerini Futbol Akademi okurlarına aktaran Karaman’a bizlere ayırdığı değerli zaman için teşekkür ediyor ve bu keyifli söyleşide sözü hocamıza bırakıyoruz…

90’lı yılların başlarında antrenörlük hayatına başladınız. O zamanlarda antrenörlük yapıp günümüze kadar değişen futbol anlayışlarına ayak uydurabilen çok az teknik adam var. Kendinizi güncel tutmayı ve modern futbola entegre olmayı nasıl başardınız?

Futbol her geçen gün değişip dönüşüyor ve bu değişime uyuma sağlamak zorundayız. Şu anda içinde bulunduğumuz pandemi dönemi bile yeni birçok şey deneyimlediğimiz bir süreç. Pandemiye dek olan kısım için konuşacak olursam, günceli yakalamanın en önemli unsuru elbette ki maç seyretmek. Farklı ülkelerdeki takımlar ne oynuyor, nasıl çalışıyor bunları izlemek, üst düzey teknik adamlarla fikir alışverişinde bulunmak hepimizi geliştiriyor.

Hiçbir teknik adam kendi kendine oturduğu yerden gelişemez. Bu noktada yabancı dil bilmenin önemli bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Tercümanlar aracılığıyla iletişim kurmak elbette ki fayda sağlıyor ancak o iletişimi kendiniz kurabildiğiniz zaman geri dönüş daha verimli oluyor. Uzun süre Almanya’da kalmamın ve lisansımı oradan almamın da önemli olduğunu düşünüyorum.

İletişim kurduğumuz herkesten kendimize yeni bir şeyler katabilmeliyiz. Ben bu konuda biraz daha şanslıydım çünkü çok üst düzey teknik adamlara yardımcı antrenörlük yapma fırsatları yakaladım. Gerek Holger Osieck, gerek Reinhard Saftig, gerekse Mustafa Denizli kendimi her geçen gün geliştirmem adına önemli rehberler oldu. Bu isimlerle birlikte çalışmak insanın bakış açısını ve kültürünü değiştiren bir durum ve ne mutlu ki bana nasip oldu.

 

Holger Osieck ve Hikmet Karaman

Mesela Osieck hocamı örnek verirsek, Kocaelispor’dayken Almanya Milli Takımı’nın fizyoterapistini getirdi. Fizyoterapistten önce masaj ve tedaviler oyuncuların olduğu kattaydı. Fizyoterapistin ilk işi gelir gelmez tedavi ve masaj odasını sağlık odasına almak oldu ve oyuncular aşağıya inmek zorunda kaldı. Sonrasında masajlar için  belli saatlerde oyuncuların masaj odasında olması istedi. Vaktinde gelmeyenler masaj olma hakkını kaybetti. Bu durum oyuncularda önemli bir etki yaratmıştı.

Örneğin Saftig hocamın döneminde takım otobüsüne profesyonel kadro haricinde kimse alınmazdı.

Türkiye’nin birçok yerinde farklı takımlarda çalışma şansınız oldu. Bunlara baktığımızda son Çaykur Rizespor maceranız dışında uzun süreli çalışma şansınız olmadı. Bu durum ligimizde çoğu teknik adam için geçerli. Bu konuda size göre ana etken nedir?

Rizespor’da Metin Kalkavan başkanımız bir öğretmen gibiydi. Kulüplerde istikrarlı çalışabilmek için başkan, yönetim kurulu ve profesyoneller çok önemli.

Mesela Avrupa’da masör diye bir kavram yok. Takımlarda masaj yapanların hepsi fizyoterapist.

Yurt dışında da birçok elit hocanın farklı takımlarda görev aldıklarını görüyoruz.

Bir takımın bir teknik adamla uzun süre çalışması kulüp yönetiminin vizyonuna bağlı. Abdullah Avcı Başakşehir’de 10 seneye yakın çalıştı çünkü Göksel Gümüşdağ’ın ve yönetiminin kurduğu yapı buna uygundu. Bu durum teknik adamlardan değil kulüpten kaynaklanır.

Başakşehir’in Şampiyonlar Ligi’ndeki Leipzig deplasmanı öncesinde Alman yayıncı kuruluş maç öncesi yorumlarında Başakşehir kulübünü övdü. Başakşehir’in ilk dört haftada iyi sonuçlar alamamasına rağmen teknik direktörüne sahip çıkması övüldü ve bu durumun Başakşehir’in bir Bundesliga kulübü gibi yönetiliyor olmasından kaynaklandığı belirtilip, kulübün yapısına vurgu yapıldı.

Ülkemizde futbolu sadece Süper Lig olarak görmeyelim. Süper Lig’i, Birinci Lig’i, İkinci Lig’i, Üçüncü Lig’i birlikte düşünelim. Ekonomisiyle profesyonel hükümlülüklerini yerine getirebilen, sağlıklı bir yapıda çalışan acaba kaç tane kulübümüz var? Kulüplerimiz sağlıklı yapıda devam edebilirse teknik adamların istikrarı da o derece uzun olur.

90’ı yılların ortalarından 2000’lerin ortasına kadar Türk futbolu tabiri caizse altın dönemini yaşadı. Avrupada başarılar kazanıldı ve birçok yıldız isim yetiştirdik bu süreçte. 2000’lerin sonlarından itibaren gerilemeye ve daha çok transfer odaklı kısıtlı başarılar kazanıldı. Siz bu dönemleri en yakından gözlemleyen biri olarak 90’lardaki başarımızı ve sonrasındaki başarısızlığımızı neye bağlıyorsunuz?

Şampiyonlar Ligi’ndeki Manchester United-Galatasaray maçında Manchester United’ın yedi oyuncusu eksikti ama altyapıdan  oyuncu oynatıp  maçı 4-0 kazandılar. Alex Ferguson döneminde Beckham ve Ronaldo da dahil olmak üzere üst düzey oyuncularını sattılar. Ferguson’un biyografisinde, “Ben bu üst düzey oyuncularımı satmaya karar verdiğimde altyapıdan bunların yerine oynayacak oyuncuları hazırlamıştım. Bu oyuncular gittikten sonra takım kırılma yaşamadı çünkü gidenlerin yerine gelecek oyuncular hazırdı. Bunu daha önceden planlayıp hazırlamıştım” dediğini görüyoruz.

 

Zaman zaman ülkemizde de büyük takımlarımız buna benzer geçiş dönemlerini yaşıyor. Yani kadroda bazen yaşlanan oyuncular gidiyor ya da sözleşmeleri bitiyor veya yurt dışına transfer oluyorlar. Bu gibi değişimlerde kulüpler daha önceden kendilerini hazırlamadığında başarısız sonuçlar alınabiliyor. Çünkü gidenlerin yeri dolmuyor. Dolayısıyla kulüp profesyonellerinin bu gibi durumlara daha önceden hazırlıklı olması gerekir.

Mesela son dönemde Kayserispor’da kalede Doğan oynadı ve Ümit Milli Takım’a seçildi. Nurettin oyuna girdi. Kayserispor’da çalıştığımız dönemde altyapıdaki kalecilerin A takım ile idmana çıkmasını istedim. 7-8 genç takım oyuncusunu da profesyonel yapıp A takım ile antrenmana çıkardım. O oyuncular gelişimlerini tamamladılar ve bu sezon da oynadıklarını görüyoruz. Biz bu oyunculara o dönemde bu şansı vermeseydik belki de bu oyuncuların ismi hiçbir şekilde gündeme girmeyecekti.

 

Doğan Alemdar

Mesela aynı şeyi Malatya’da da Youssouf ile yaşadım. Tesadüfen denenmeye gelmiş, oynamamış. Sadece antrenman futbolcusuydu. Bizim dönemimizde kendisine özellikle pozisyon alma ve taktiksel gelişim anlamında katkılarımız oldu ve oynattık. Bugün Malatyaspor’un değişmez oyuncusu. Hadebe’yi de buna ekleyebiliriz.

Antalyaspor gözlemcilerini ve transfer komitesini Gökdeniz Bayrakdar transferinden ötürü tebrik etmek gerekiyor. Aynı şekilde Trabzonspor’un da kendi altyapısından oyuncular çıkartıp bu oyuncuları bugün A takımda oynatması alkışlanacak bir olay.

Benzer bir projeyi Bursaspor’da gerçekleştirmeyi çok istedik. 21 tane altyapı oyuncusuna bir ay boyunca ayrıca antrenman yaptırdık. 21 oyuncuyu Avusturya kampına götürdük, hazırlık maçları yaptırdık. Başlarına da teknik ekip verdik. Rahmetli başkan İbrahim Yazıcı bu projeye çok destek veriyordu ama başkanın ölümünden sonra bu projeye devam edemedik.

Ertuğrul Ersoy-Enes Ünal-Ozan Tufan

Eğer bu projeye devam edebilsek Bursaspor Türkiye’nin, hatta Avrupa’nın en büyük takımı olurdu. O zamanki kadroda yer alan oyunculardan bazıları: Okan Kocuk, Muhammed Şengezer, Enes Ünal, Ertuğrul Ersoy, Zeki Çelik, Furkan Soyalp, Oğulcan Çağlayan, Doğan Kılıç, Ozan Tufan, Emirhan Doğan, Oğulcan Şahin, Batuhan Altıntaş… Bu oyunculardan bazıları bugün Türk futbolu adına çok önemli yerdeler. Ertuğrul’u 15 yaşında Bursaspor’da A takıma aldım, daha sonra Rizespor’a gittiğimde de oraya kiraladık. Bu da çok enteresandır çünkü Ertuğrul o dönem 3. Lig’de yer alan Yeşil Bursa’ya gidiyordu. Bursaspor kulübünü aradım, “Ya siz bu çocuğu nasıl 3. Lig’e gönderiyorsunuz? Bana gönderin sezon sonuna kadar bende kalsın ben bunu oynatacağım.” dedim. Süper Lig’deki Rizespor’a geldi ve 20’nin üstünde Süper Lig maçı oynayarak Bursaspor’a geri döndü ve Süper Lig’de takım kaptanı oldu. Daha sonra A Milli Takım’a gitti ve bugün de Fransa’nın Le Havre takımında oynuyor. 3. Lig’e gitmek üzereyken geldiği noktayı düşünebiliyor musunuz? Bu Türk futbolu için çok çarpıcı bir örnek.

Kulüplerimizin, özellikle teknik adamların oyuncu geliştirmesi gerekiyor. Genç oyunculara şans verilmesi gerekiyor. Kulüp yönetimlerinin, başkanların, taraftarın ve camianın buna destek olması gerekir.

Peki bu transfer ve tüketim çılgınlığını bir kenara bırakıp, altyapılara neden yönelemiyoruz? Türk futbolu bu dönüşümü neden sağlayamıyor?

Rizespor’da çalışırken başkan Metin Kalkavan Bey bizden genç bir takım kurmamızı istedi.  “Düşsek bile önemli değil, siz geliştirici bir teknik ekipsiniz. Bu takımı geliştireceksiniz.  İki sene içerisinde Türkiye müthiş bir takım görecek.” dedi ve o sene takımımızın yaş ortalaması 21’di. (Süper Lig’de şu ana kadar bu yaş ortalamasına sahip bir takım kurulmadı).

Örneğin o dönemki oyuncularından kaledeki Gökhan bugün A Milli Takım oyuncusu, şu an Galatasaray’da oynayan Oğulcan, ilk defa Süper Lig oynayan Recep Niyaz, ilk defa Süper Lig forması giyen Robin Yalçın bunlardan birkaçı. Yabancılardan da Dhurgham Ismail, Irak’tan gelip formayı giyen ve müthiş bir performans ortaya koyan biriydi. Maalesef 36 puanla düştük. Çok üzüldük ve şehri de çok üzdük. Ama aynı takım Brezilya’da görüp takıma getirdiğim Samudio’nun da katılmasıyla ve benden sonra gelen İbrahim Üzülmez hocamızın bayrağı devralıp, çok başarılı bir şekilde devam etmesiyle yeniden Süper Lig’e çıktı.

Almanya 3-4 yıl sonra futbola yeniden hakim olacak çünkü futbol akademilerini kurdular. Mesela Türkiye’de halı sahalar çok yaygın ve büyük bir potansiyel var. Halı sahadaki şartları biraz daha zorlaştırılıp akademik hale getirilebiliriz veya kulüpler bu halı sahalarla ortak projelere imza atabilir. Buradaki yetenekli çocuklar daha önceden keşfedilip, daha sağlıklı bir şekilde geleceğe hazırlanabilirler.

Fırsat buldukça Avrupa’da üst düzey maçları takip etmeye gidiyorsunuz. Kendi YouTube kanalınızda da antrenmanları paylaşan ender teknik adamlardansınız. Yurt dışında da üst düzey hocalarla yakın temasta olduğunuzu biliyoruz. Sizce antrenman kalitesi olarak ligimiz ne durumda? Avrupa’daki teknik adamların uyguladıkları metotlar ile yerli hocalarımız arasında net bir fark var mı? Bir de mesela Bayern Münih, Hansi Flick yönetimindeki antrenmanların tamamını YouTube aracılığıyla paylaşıyor ve genç antrenörler için oldukça faydalı oluyor ama Türkiye’de sizin dışınızda antrenmanlarını paylaşan pek hoca göremiyoruz. Bu durumun sebebi nedir?

Neden paylaşmadıklarını ben de bilmiyorum. Ben insanlar görsün, çalışmalarımdan bir şeyler alsın ve beni geçsinler istiyorum. Aslında daha çok paylaşmak istiyorum ama biraz zaman istiyor. Sosyal medyada Çin’de futbol akademisi kuran bir site bizim Kayseri Erciyesspor’da, Rizespor’da, Kayserispor’da, yaptırdığımız antrenmanları örnek antrenmanlar olarak yayınlamış.

TFF’nin eğitim dairesine kendi sitelerinde bir antrenman bölümü açmalarını, Pro Lisans antrenmanlarında ve seminerlerinde yapılan futbola özgü belli kavramlardaki antrenman drillerini paylaşmalarını öneririm. Örneğin karşı pres, merkez hücum, kanat hücum, kontra atak, hücumdan defansa defanstan hücuma geçişler ve buna diğer futbol drill kavramlarının da eklenerek yayınlanması gerektiğini düşünüyorum. Buna benzer antrenman drillerinin paylaşılması Türkiye’deki geleceğe yönelik teknik adamların gelişimine çok şey katar.

Antrenörler birbirlerinden çok şey görüyor, öğreniyor ve uyguluyor.

Yabancı futbol siteleri benden sürekli yeni antrenman videoları istiyor ve bunları nasıl geliştirdiğimi soruyor. İlk baştaki sorunuzun cevabı da aslında bunla uyuşuyor çünkü değişik ülkelerde ziyarete gittiğim teknik adamlar ve onların yaptırmış olduğu antrenmanlarla kendi kafamdaki düşüncelerimi birleştirdiğimde ortaya farklı bir kompozisyon çıkabiliyor.

 

Avrupa ülkelerindeki futbol takımları teknoloji konusunda bizden çok avantajlı. Kulüplerin teknolojiyi kullanım gücü ekonomik anlamda bizden önde. Örneğin Nagelsmann, Hoffenheim’ı çalıştırdığında çok avantajlıydı çünkü Hoffenheim’ın sahibi dünyanın en büyük program yapımcılarından biri. Teknolojik alanda çok gelişmiş bir kulüp ve Nagelsmann da bunu da çok iyi bir şekilde kullanarak kendisini çok geliştirdi. Dolayısıyla bizde örneğin, futbol takımlarımızda olan GPS’ler (Antrenmanlarda giyilen teknolojik yelekler) her takımda yok. Bazı takımlarda teknolojinin en düşüğü var, o da ucuz olduğu için var ve çoğu da kullanılmıyor.

 

Julian Nagelsmann Hoffenheim’da çalıştığı dönemde antrenman sahasının yanına dev ekran kurdurmuştu

Bütün bunlar vizyonla ve araştırmayla alakalı. Mesela yaklaşık 12 sene önce Finlandiya’ya seminere gitmiştim. Rahmetli Gündüz Tekin Onay hocam da oradaydı. Seminerde konuşmacılardan biri oyuncuların oynadıkları maçlardaki performanslarını analiz ederek her oyuncuya cep telefonundan gönderdiklerini söylemiş ve bunun örneklerini göstermişti. Bizim için tabii bu son derece yeni ve Türkiye’de hemen uygulamaya geçirebileceğimiz bir çalışmaydı ve hemen uyguladık.

Mesela 2020 Brezilya seyahatimde uzun yıllar Deportivo’da oynayan ve şu an Paulista Futbol Federasyonu Başkan Yardımcısı olan Mauro Silva  ile biraz futbol ve taktikler hakkında sohbet ettik. Beni Brezilya’daki seminere davet etti. Yeni ilişkiler, insanın kendisini anlatabilmesi çok önemli. Ben ona Conte’li Chelsea-Klopp’lu Liverpool maçının analizini sundum ve çok hoşuna gitti. Bizim bunlara ihtiyacımız var. Arkadan gelen antrenörler ve teknik adamlar Nazım Hikmet’in dediği gibi, “Ben ölen babamdan ileri doğacak çocuğumdan geriyim ve bu kavganın adsız neferiyim” düşüncesini uygulamalılar veya bu hedef içerisinde olmalılar.

Türk futbolunun ekonomik anlamdaki çöküşünde değerli görülenin sadece şampiyonluk olarak algılanması ve bir takımın sezonu ikinci, üçüncü ya da 10’uncu sırada tamamlayınca yaptığı doğruların görmezden gelinmesi etkili mi? Spora bakışımız çok mu sonuç odaklı?

Liverpool’un şampiyonluğu mu daha değerli yoksa Sheffield’in ligi dokuzuncu sırada tamamlaması mı? Mesela Sheffield bu sezon son sırada. Demek ki geçen sezon ne büyük iş çıkartmışlar. Acaba hangisi daha değerli bilemezsin.

Anadolu takımlarında çalışmak her zaman kolay değil. İyi oyunculardan kurulu kadrolar teknik adamları bir yere taşıyor. Türkiye’de yabancı sayısı düştüğünde teknik adamların oyunculara katkısı ortaya çıkacak. Yani bu ne demek oluyor, eldeki oyuncuları geliştirmek zorundasınız.

93-94 sezonunda birlikte çalıştığınız Galatasaray kadrosundan çok sayıda teknik adam çıktı. Süper Lig’de şampiyonluk yaşayan Hamza Hamzaoğlu ve Okan Buruk da bu isimler arasında yer alıyor. Obradovic’in şu anda Barcelona’yı çalıştıran Jasikevicius için, “Çok iyi bir başantrenör olacağını her zaman biliyordum” şeklinde bir ifadesi vardı. Sizin de birlikte çalışırken çok iyi bir teknik direktör olacağını düşündüğünüz bir oyuncu var mıydı?

Bence iyi hoca-kötü hocadan ziyade başarılı hoca ve başarısız hoca dönemleri vardır. Futbol size her saniye oyunun değiştiği bir sahne sunar. Dağın zirvesi küçük, havası azdır. Özellikle futbolda başarılı olduğunuzda arkadaşlarınızın sayısını, üzüntülü ve kaybettiğiniz zamanlarda ise o arkadaşların kalitesini görürsünüz…