“1998 berbat bir yıldı”

Saçını Beckham gibi yapınca Beckham kadar yakışıklı olduğunu sanan çocuklardandım ben… Real Madrid’e transfer olduğu yaz her yerde 23 numaralı formayı arayan, yazlıkta günlerce o Madrid formasının peşinde koşan, herkesi de koşturan… Okul müdürü izin vermediği için saçını Beckham gibi uzatıp at kuyruğu yapamayan ama içinde kalan…

Güzel zamanlardı… Fakat o zamanlar henüz 8-9 yaşındaydım ve 98 Dünya Kupası’ndan tek hatırladığım mahallede binaların arasına gerilen devasa perdede izlediğim finaldi. Beckham orada yoktu, neden bilmiyordum… Diego Simeone’den, kırmızı karttan ve sonrasında tüm olup bitenden bihaber, top oynuyordum.

Ta ki 2018’de bir Beckham yazısı hazırlarken Four Four Two UK’de okuduğum yazıya kadar… Sonrasında “Halk Düşmanı” diye bir yazı hazırlamıştım ve yazıyı hazırlarken öğrendiklerim karşısında bir kere daha şaşkınlığa uğramıştım.

Dün Beckham belgeselinin 2. bölümünü izlerken o anları hatırladım. Sonra da o yazının ana fikrini: “Beckham tüm olup bitenden sonra ayağa kalkmayı, ayakta kalmayı ve şampiyon olmayı başarmıştı.” 

Beckham 98 Dünya Kupası’ndan sonraki yıl hayatının en zor, en dolu, en yoğun ve en başarılı yılını yaşamıştı. 1998 berbat bir yıldı; henüz 23 yaşında bir halk düşmanı, vatan haini, nefret objesi olmuştu. 99’sa bambaşka; baba olmuş, evlenmiş, şampiyon olmuş, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmuştu. Ve hepsi bir senede olmuştu…

1998’deki David ile 99’daki Beckham artık aynı kişi değildi… 

Madrid’e transfer olan uzun saçlı, at kuyruklu, sarışın, yakışıklı 23 numaralı moda ikonuna baktığımda artık arkasında 7 numaralı kırmızı formasıyla dimdik ayakta duran, özgüvenli, güçlü bir adam görüyordum. Sadece futbolculuğuyla değil karakteriyle sahada yeniden varolan bir adam…

Tabii ki ben bunu uzun yıllar sonra geriye bakınca görmüştüm. Ve o günleri hatırlayınca belki siz de belgeselden sonra okumak istersiniz diye, bu yazıyı yazmak istedim…

Beckham vatan hainiyken nasıl bir şampiyona dönüştü?

30 Haziran 1998. Saint Etienne’deyiz. Geoffroy-Guichard Stadyumu’nun otoparkı. David, babasına sarılmış ağlıyor…Yanlarından geçen Arjantinli oyuncular; marşlar, şarkılar, bağırış çağırışlar… Galibiyeti kutluyorlar, Diego Simeone aralarında, Arjantin bayrağını sallıyor… Beckham, Geoffroy-Guichard Stadyumu’nun dışındaki otoparkta babasının kollarında ağlıyor. O geceyi atlatmak kolay olmayacak, ama bir de o gecenin sonrası var; küfür kıyamet, hakaret, nefret ve tehditlerle dolu bitmek bilmeyen aylar…

Oysa turnuvaya giderken her şey bambaşkaydı. Beckham’ın kulübünde ve milli takımda gösterdiği performans, üstüne bir Baharat Kız’la nişanlanmış olması onu bir megastara dönüştürmüştü. Manchester United’ın megastarı, turnuvaya İngiltere’nin esas çocuğu olarak gidiyordu. Adidas onun yüzünü Dover’daki Beyaz Kayalıklara yansıtmış ve altına şöyle yazmıştı: “İngiltere Sizden Umutlu”. 

İngiltere’nin patronu Glenn Hoddle yıldız oyuncusunu çevreleyen medya sirkini gittikçe daha da rahatsız edici buluyordu. Beckham eleme maçlarının tümünde forma giyen tek oyuncuydu ve fakat İngiltere’nin Dünya Kupası’nın açılış maçında kadroda yoktu. “Turnuvaya odaklandığını düşünmüyorum,” demişti Hoddle. “Böyle bir şeyi nasıl düşünebilirsin!?” diye çıkışmıştı Beckham. Hoddle’ın haksız olduğunda ısrarcıydı ama tabii ki fikrini değiştiremedi. Üstelik maç önü basın toplantısında Hoddle’la Beckham yan yana olacaktı. Beckham şaşkındı ama basın karşısında durumu iyi kotarmıştı. Hoddle medya tarafından şişirildiğini düşündüğü Beckham’ı medyanın önünde cezalandırmıştı…

Beckham, Romanya karşısında da yedek kulübesindeydi ama Kolombiya karşısında grubun son maçına ilk 11’de başladı ve attığı frikik golüyle İngiltere’yi turnuvada tutarak olası bir skandalı engelledi. Medyanın “Beckham nasıl kadroda yok?!” ısrarı sonrasında Beckham yeniden takımdaydı ve şimdi kahraman olarak övgülere boğuluyordu.

Her şeyin ve herkesin bir maç sonra değişeceğini kim bilebilirdi?

Arjantin maçından önce Adidas reklam afişinde Beckham’ın resminin yanında “Bu akşamdan sonra İngiltere-Arjantin maçı bir oyuncunun ‘ayağıyla’ ne yaptığıyla anılacak,” diyordu Diego Maradona’nın 1986’daki Tanrı’nın Eli’ne gönderme yaparak.

Adidas’ın kehaneti doğru çıktı ama beklenenden çok daha farklı bir biçimde… Diego Simeone’nin arkadan yaptığı müdahale sonrasında Beckham’ın sağ ayağıyla yaptığı fevri hareket kırmızı kart görmesine sebep oluyordu. 10 kişi kaldıktan sonra uzatmalara giden maçta penaltılar kullanılırken Beckham tünelin çıkışında duruyordu. Sahada olsa ilk penaltıcıydı oysa…

Yenilginin ardından takım arkadaşları soyunma odasına geldiğinde içeride sessizlik hakimdi. Manchester United’dan takım arkadaşları Gary Neville ve Paul Scholes birkaç kısa teselli cümlesi kurdular. Sonra Tony Adams elini Beckham’ın omzuna koydu. “Burada ne olduysa oldu, sen müthiş bir oyuncusun,” dedi Adams ona. “Bundan sonra daha güçlü olabilirsin.”

Olmalıydı da. Çünkü medyada da halkta da Beckham’a dönük inanılmaz bir öfke vardı. İnsanlar Beckham’ın her şeyi mahvettiğini düşünüyordu. Röportaj alanında Gary Neville kısa bir açıklama yapmıştı ve David’in konuşmayacağını düşündüğünü söylemişti. Sonra David de oradan geçti ama durmadı; gözleri kızarmıştı, ağladığı her halinden belli oluyordu. Oradan uzaklaşsa da yarın ve sonraki gün olacaklardan kaçamazdı…

Ertesi günün gazete manşetleri felaketti… Piers Morgan’ın Daily Mirror gazetesi “10 Kahraman Aslan ve Bir Aptal Çocuk” manşetiyle çıkmıştı. Sonraki gün tam sayfa ‘David Beckham Dart Tahtası’ bastılar; hedefte Beckham vardı ve etrafı İngilizlerin nefret ettiği insanlarla donatılmıştı; Arjantin’in Falklands Savaşı’ndaki lideri, hakem Kim Milton Nielsen, Jeremy Beadle…

Beckham havaalanındayken de basın peşini bırakmıyordu: “Ülkeni yüzüstü bırakmak nasıl bir duygu?” diye soruyordu muhabir. “Ne yaptığının farkında mısın?” Beckham başı önünde yürümeyi sürdürüyordu.

Amerika’ya vardığında da paparazziler onu karşılamak için oradaydı. “Burası New York, burada böyle olmamalıydı diye düşündüm,” diye yazıyordu Beckham daha sonra otobiyografisinde. O güne kadar Beckham rahatça Birleşik Devletler’e gidip gelebiliyordu. Artık mümkün değildi. Amerika böyleyse eve döndüğünde onu neyin beklediğini aşağı yukarı tahmin ediyordu…

Belgeselde görmüşsünüzdür; Londra’da bir barın önünde asılmış Beckham maketi vardı. Aslında işler başta farklıymış. Mekanın müdavimleri turnuva öncesinde bir cansız manken satın almışlar, İngiltere’nin yıldızı olarak mankenin sırtına ‘Beckham 7’ yazılı bir İngiltere forması geçirmişlerdi. Ama Arjantin maçının ardından işler terse dönmüş. İngiltere’nin elenmesinin ardından mekanın müdavimleri dışarı çıkıp Beckham mankenini barın önünde boynundan asıp sarkıtmaya karar vermiş. Mekan sahibi de onlardan farklı düşünmüyordu; “Müşterilerim Britanya’daki herkesin hislerine tercüman oluyor…”

O manken polis tarafından süratle kaldırılmıştı ama insanların içindeki yangın dinmiyordu, medya da bunu şiddetle körüklemeye devam ediyordu. Muhabirler Beckham’ın ailesinin evinin önüne kamp kurmuş, hatta oturup çay kahve içebilmek için kaldırıma masa sandalye atmışlardı. Beckham Temmuz ortasında Heathrow’a geri döndüğünde yarım düzine polis onu korumak için kapıda bekliyordu. Victoria’nın turnesi devam ederken polis, Beckham’ın ailesini Greater Manchester’daki evde birlikte kalmaları için ikna etmeye çalışıyordu. Böylece Beckham evde yalnız olmayacaktı. Şüphelerinde haklı da çıktılar: Beckham’a postayla mermiler gönderildi ve Beckham birçok ölüm tehdidi aldı.

Bir Baptist kilisesinin duvarında “Tanrı bağışlayıcıdır, Beckham’ı bile” yazıyordu.

Manchester’daysa durum farklıydı. Yaşananları dehşetle izleyen United taraftarları Beckham’ın arkasında duruyordu, tıpkı Ferguson ve United’daki takım arkadaşları gibi. Yanında olduklarını ona hissettiriyorlardı. Ama Beckham’ı rakip taraftarların hışmından korumaları mümkün değildi… 

Wembley’deki August Charity Shield maçında Arsenal taraftarı küfür dolu pankartlar açtı. Top her ayağına geldiğinde Beckham’ı yuhaladı. Beckham’ı kim yere düşürürse onu alkışladı. Tıpkı Upton Park’takiler gibi… United’in o sezon ilk deplasman maçı Upton Park’ta West Ham karşısındaydı. West Ham’ın taraftar grubu Inter City Firm’in hedefi haline gelmemek için silahlı korumaların takım otobüsüne eşlik etmesi gerekmişti. “İnsanlar beni otoparkta bekliyordu; yüzlerce insan, öfkeleri yüzlerine yansımış,” diyordu Beckham.

Protestolar maç boyunca devam etti, top Beckham’a her geldiğinde yuhalanıyordu. Ev sahibi ekibin taraftarları hep birlikte “Beckham’dan nefret ediyoruz” ve “Ülkeni yüzüstü bıraktın” diye bağırıp marşlar söylüyordu, Victoria’ya küfürler yağdırıyordu. Gary Neville, “Bunun 1-2 gün süreceğini düşünmüştüm,” diyordu. “Yanıldım. Aylarca sürdü.”

Her deplasmanda aynı şey. Çünkü sene boyunca her şehir Beckham’ı ilk kez görmüş oluyordu.

Belgeselde yoktu ama Beckham daha önceki bir röportajında o gün çekilen bu fotoğrafı hala evde sakladığını söylemişti. “Ben korner kullanmaya giderken kalabalıktaki insanların yüzlerindeki ifadeyi görebilirsiniz. Sen bize Dünya Kupası’na mal olmuş b*ktan bir oyuncusun.’ değildi bu. Çok ötesinde bir şeydi, ‘Elimizde olsa seni gebertirdik Beckham!’ der gibiydi.”

Beckham’sa tüm bu olup bitenin arasında mümkün olduğunca sakin kalmaya ve topunu oynamaya çalışıyordu. Tabii etkilenmemesi mümkün değildi; dikkatinin dağıldığı, aklının duyduğu küfürlere kaydığı, sonra pas hataları, isabetsiz ortalar, kötü köşe vuruşları… Ama yavaş yavaş alıştı, maç maç atlattı ve toparladı. Ürküp çekinmedi, öyleyse de bunu sahada asla göstermedi. Bütün medya baskısına, her deplasmanda maruz kaldığı aşırı tepkiye ve nefrete rağmen yenilmedi.

Bunlarla baş etmeye çalışırken aslında kariyerinin en görkemli sezonunun başında olduğunu kendisi de bilemezdi… Belki bunlar yaşanmasa Beckham da bu noktaya gelemezdi.

Beckham’ın yükselen performansı, United’ı tarihi üçleme için tüm kulvarlarda yarışa ısındırıyordu. Barcelona ile 3-3 biten maçta attığı alameti-farikası frikik onlara büyük ihtimalle Şampiyonlar Ligi tarihinin en zorlu grubu olan ve Bayern Münih’in de yer aldığı gruptan çıkmalarında yardımcı oluyordu. Çeyrek finallerdeki rakipleri mi? Inter Milan ve Diego Simeone.

Tüm gözler maç öncesindeki el sıkışma seremonisindeydi — ki ortalık buz kesiyordu. Paul Scholes ve Jaap Stam bir olmuş Simeone’ye dik dik bakıyordu. Beckham seremonide Simeone’nin elini öyle bir sıktı ki… Azılı bir düşmana bakar gibi. Sonra Scholes’a bakıp gülümsedi… Maç mı? Beckham’ın iki asisti ve 2-0’lık galibiyet. Beckham övgüleri topluyordu, üstelik maç sonunda Simeone ile formaları değişmek için yanına da gitmişti. Belgeselde o formayı ne yaptığı sorulduğunda; “Çerçevelettim…” diyordu. Çünkü o forma ona “kimsenin onu futbol oynamaktan ya da olabileceğinin en iyisi olmaktan alıkoyamayacağını kanıtlayışını” hatırlatıyordu.

Haftalar gelip geçtikçe üçleme rüyasına yaklaşıyorlardı. FA Cup yarı finalinde Arsenal’e karşı alınan galibiyet daha çok Ryan Giggs’in bireysel çabasıyla hatırlanır ama 25 metreden attığı golle United’ı öne geçiren golü atan Beckham’dı. 90 dakika sonunda yıldız orta saha, Villa Park stadından zafer sarhoşu taraftarların omuzlarında çıkıyordu. Saint-Etienne artık dünyalar kadar uzakta kalmıştı.

Şampiyonlar Ligi’nde yarı finalin ikinci maçında Juventus’a karşı alınan 2-0’lık galibiyette eşitliği bozup finali getiren Roy Keane’in golünde adrese teslim korneri kullanan da Beckham’dı. Premier Lig’in son maçında United’ın Arsenal’i şampiyonluğun dışına itmesi için Tottenham’ı evde yenmesi gerekiyordu ve maçı United’a çeviren Les Ferdinand’ın Düşler Tiyatrosu’nu sessizliğe boğan golünden sonra eşitliği bozan golü atan yine Beckham’dı.

Beckham, Şampiyonlar Ligi finalinde Bayern Münih karşısında maça merkez orta sahada başlıyordu, cezalı Keane ve Scholes’un yokluğunda sağ kanattan merkeze kaydırılmıştı. Ferguson o akşam sonrasında onu ‘sahadaki en etkili orta saha oyuncusu’ olarak adlandıracaktı.

Ve maçın uzatmalarına 1-0 geride girilirken onun usta işi köşe vuruşları tarihin akışını değiştirdi… Golden sonra kameralar Solksjaer’in sevincine odaklanmışken Beckham halen korner direğinin oradaydı ve yerinde duramayan bir çocuk gibi zıplıyordu. Son düdükle birlikte kollarını neşe içinde büsbütün açmış koşarak Camp Nou’yu turluyordu…

Son düdüğün ardından takriben bir saat sonra… Şampiyonlar Ligi Kupası ellerinde; Beckham, Nou Camp’ın otoparkında. Orada babasını görüyor uzaktan. Yanına gidiyor. 11 ay önce Saint-Etienne’de olduğu gibi. Kupayı yere bırakıyor ve sarılıyorlar… İkisinin de aklında 11 ay önceki Arjantin maçı var, o akşam, o otopark…

Dünya Kupası’ndaki o kırmızı kart David Beckham’ı mahvedebilirdi, kariyerini bitirebilirdi. Ama aksine onu daha iyisine, mükemmelliğe teşvik etti.

Bununla yaşamayı öğrenmesi gerekecek” demişlerdi. Öğrendi… Acı çekti, dışlandı, yalnız kaldı, tehdit edildi; aynı yıl baba oldu, evlendi, şampiyon oldu, Manchester’la tam üç kupa kazandı. Her şey o bir yılda oldu…

Şampiyonlar Ligi’nde 1998-99 sezonunda 8 asist yapan Beckham UEFA’nın Yılın Futbolcusu ödülüne layık bulundu. Birkaç ay sonra hem FIFA Dünyada Yılın En İyi Oyuncusu hem de Ballon d’Or oylamalarında Rivaldo’nun ardından resmi olarak dünyanın en iyi ikinci oyuncusu seçildi.

Her şey nasıl da değişmişti…

İki yıl sonra Yunanistan’a attığı unutulmaz frikik sonrasında İngiltere’nin kaptanı ve yeniden ulusal kahramanı olacaktı. Ama onu gerçekten tanımlayan, 1998-99 sezonuydu. “O sezon hem kabusu hem de rüyayı aynı anda yaşadım,” diyecekti.

“Sonunda rüya kazandı.” 

*Bu yazı Chris Flanagan’ın Four Four Two UK dergisi 2018 Ağustos sayısında yer alan yazısı ve Netflix yapımı Beckham belgeselinden yararlanılarak hazırlanmıştır.